Dil, bir milletin varlığını devam ettirmesinin, istikbâl ve istiklâlinin pusulasıdır.
Toplumların duygu, ülkü, tarih ve kültür birliği ancak ortak bir dil ile şekillenmektedir.
Dil, bir millet için millî benliğin, millî anıların, duygu ve düşüncelerin, bütün maddi ve manevi değerlerin, buluş ve yaratışların ortak hazinesidir.
Millet olma bilinci ve hüviyeti kazandıran en önemli unsurdur.
Atatürk, dilin önemini ve birleştiriciliğini; “Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” sözleriyle ifâde etmiştir.
Türk dünyasını oluşturan devlet yöneticilerinin ve kamu otoritelerinin alfabe ve diller arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmak ve dil birliğini sağlamak için ortak bir irâde ortaya koymaları büyük önem arz etmektedir.
Dil birliğinin sağlanması duygu, ülkü, gönül ve kültürel birliğimizi güçlendirecektir.
Bu durum Türk dünyasını oluşturan devletler arasındaki siyasi, askeri, ekonomik ve ticari ilişkilerin güçlenmesine, küresel emperyal devletlerin Türk dünyası üzerindeki oyunlarının bozulmasına yol açacaktır.
Ayrıca Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden oluşan Türk devletler topluluğunu yakın bir gelecekte siyasi, askeri, ekonomik ve ticari bakımdan dünyanın süper güçlerinden birisi haline getirecektir.
Soyları Hunlara, Göktürklere, Uygurlara dayanan şanlı bir mazisi ve ortak tarihsel birlikteliği bulunan ancak sömürgeci devletlerin emperyal emelleri sonucunda olayların, coğrafyanın ve zamanın böldüğü Türk dünyası, alfabe ve dil birliğini sağlayarak; siyasi, askeri, ekonomik, ticari ve kültürel alanlarda işbirliğini güçlendirecek 21. yüzyılın “Türklerin yüzyılı” olmasının önünü açacaktır.
Dilde, gönülde, fikirde ve ülküde Türk Birliğinin sağlanması konusunda Atatürk’ün de büyük bir arzu ve çaba içerisinde olduğunu onun 29 Ekim 1933 tarihinde yaptığı öngörü içeren şu konuşmasından anlıyoruz; “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez.
Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir.
İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür.
Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”
Sovyet Ruslar, Türk dünyasında ortak bir dil ve kültür birliğinin oluşumunu engellemek istiyordu.
1926 yılında Bakü’de toplanan Birinci Türkoloji Kongresi’nden hemen sonra sadece Türk soylu toplulukların kullandıkları Arap alfabesini kaldırarak yerine Latin alfabesinin kullanılmasını sağladılar.
Buna gerekçe olarak da “Latin harflerinin kolay olduğunu” gösterdiler.
Egemenlikleri altında yaşayan Yahudilerin, Ermenilerin ve Gürcülerin alfabelerine dokunmadılar.
Oysa Yahudi alfabesi de Gürcü ve Ermeni alfabesi de Latin alfabesinden çok daha zor öğrenilen alfabelerdi.
Alfabe değişikliği ile Türkiye Türkleri ile Sovyet Rusya idâresi altında yaşayan Türkler arasında dil ve kültür bağlarında büyük bir kopma yaşandı.
Atatürk, Türk dünyasındaki bu dil ve kültür kopukluğunu gidermek hem de Türk milleti için hedef gösterdiği Batı âlemi ile olan ilişkilerini daha düzenli şekilde yürütmek ve çağdaş uygarlığı yakalamak için 1 Kasım 1928’de Latin alfabesine geçişi sağladı.
İşte Atatürk, gerçekleştirdiği harf inkılâbıyla Türkiye Türkleri ile Sovyet Rusya egemenliği altında yaşayan Türkler arasındaki dil ve kültürel kopukluğa son vermiş, Türk dünyasında dil ve kültür birliğinin sağlanması yolunda önemli bir adım atmıştı.
Sovyet Ruslar, Türk dünyasındaki bu alfabe birliğinden büyük endişe duydular ve akıllara durgunluk verecek yeni bir kararla Türkistan ve Azerbaycan Türklerinin her birine ayrı ayrı Kiril alfabeleri uyguladılar.
Böylece Türkistan Türklüğünü parçalamayı, birbirlerine karşı yabancılaştırmayı ve düşman hâline getirmeyi, “böl, parçala, yönet” politikaları ve kendi emperyal amaçları için çıkar yol gördüler.
Sovyet Rusya’da 1985 yılında iktidara gelen devlet başkanı Mihail Gorbaçov’un başlattığı; Glasnost (açıklık, şeffaflık) ve Perestroyka (devleti tüm kurum ve kurallarıyla yeniden yapılandırma) denilen ve 6 yıl süren reformların ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, 26 Aralık 1991’de resmen dağılarak tarih sahnesinden silindi.
Bu dağılmanın ardından 15 yeni devlet kuruldu.
Bunlardan Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan gibi beş ülke Türk soylu devletler olarak tarih sahnesine çıktı.
Büyük bir imparatorluk bakiyesine, yüz yıllık bir demokrasi geçmişi ve geleneğine sahip olan Türkiye, 1991 yılının sonlarına doğru bağımsızlıklarına kavuşan bu soydaş Türk devletlerine yeterince sahip çıkamadı ve kardeşlik köprüleri kuramadı.
Çok geç kalınmış olmakla birlikte Türk devletleri arasındaki ortak bir alfabe, dil ve kültür birliğini sağlamak başta Türkiye olmak üzere tüm Türk devletleri yönetenlerinin görev ve sorumluluğudur.
Dünya’da her milletin bir tek alfabesi vardır. Ancak, 19 farklı alfabeyle okuyup yazan tek millet Türkler olmuştur!
Bu durum emperyal devletlerin ‘böl, parçala, yönet’ politikalarının bir sonucudur!
Dil birliğini sağlayamamış, kültürel bağları kopmuş milletler ülkülerine ve geleceklerine kanat açamaz, hedeflerine ulaşamazlar!
Bütün bunlar Türk dünyasında ortak bir alfabe kullanılmasının, dil ve kültür birliğinin sağlanmasının hayati bir önem taşıdığını çok açık ve çarpıcı şekilde göstermektedir.
Emperyalizmin ve küresel güçlerin Türk dünyası üzerindeki sömürüsüne ve istîlâsına ancak bu Türk güç birliğini sağlayarak dur diyebiliriz!
Zira tarihsel süreçte olaylar, olgular ve yaşanmışlıklar göstermiştir ki, Türk’e yalnız yine Türk’ten fayda var!
YORUMLAR