Sümerliler günümüzden yaklaşık 6000 yıl önce Asya’dan göç ederek Güney Irak’a, Dicle ve Fırat nehirleri arasına gelip yerleşmiş ve orada izleri zamanımıza kadar ulaşan büyük ve köklü bir uygarlık kurmuşlardır.
Bu uygarlığın en önemli buluşu “çivi yazısı” denilen bir yazı icat etmeleridir.
Sümerliler meydana getirdikleri yüksek uygarlık sayesinde dünya kültür mirasının temellerini atmış, yazı, edebiyat, sanat, hukuk, tıp, matematik, mimarlık, astronomi ve teknikte diğer uygarlıklara öncülük etmişlerdir.
M.Ö. 2500’lerde Samî ırkından olan Akkadlar Arap Yarımadası’ndan Sümer sitelerine (şehir devletlerine) ucuz işçi ve ücretli asker olarak geldiler.
Mezopotamya’ya göç etmiş olan Akkadlar her geçen gün çoğaldılar. Sümer uygarlıklarını ve savaş usûllerini öğrendiler.
Sümer şehir devletlerinin kendi aralarındaki mücadele ve iç çekişmeleri fırsat bilen Akkadlar, Sümerlere saldırarak Mezopotamya’yı ele geçirdiler. Sümer şehir devletlerine son vererek hâkimiyetleri altına aldılar.
Sümerli bilge kişi ve öğretmen Ludingirra, kil tabletler üzerine yazdığı yazıda bu olayı şöyle anlatıyor: “Güzel ve uygar ülkemize göz diktiler. Göklere uzanan kulelerin, görkemli tapınakların, arı gibi işleyen çarşıların, her tarafa ulaşan kervanların, dümdüz uzanan yolların, bol ürün veren tarlaların, nehirlerde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerin, dolup taşan iskeleler, her tür bilgiyi veren okullarımız vardı. İlkel ülkeler kıskandı, sınırlarımızdan içeri göç ettiler. Şehirlerimizi yakıp, yıktılar. Halkımız, kralımız tutsak oldu. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dilden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da ‘biz yaptık, biz bulduk’ diye övündüler.”
Bundan yaklaşık 4.000 yıl önce Sümerlerin uğradığı bu istîlâ günümüzde de ABD-İsrail ortak yapımı Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) adı altında Türkiye’ye uygulanmak isteniyor.
Bu projeyle 1916 yılında imzalanan Sykes-Picot Antlaşması revize edilerek İslâm coğrafyasında din, mezhep ve ırk temeline dayanan çok sayıda devlet ortaya çıkarılacaktı.
Böylece ABD’nin bölgedeki egemenliği daha da artacak, müttefiki olan İsrail’in karşısında güçlü herhangi bir devlet bulunmayacaktı.
Nitekim Kuzey Afrika’dan başlayarak Ortadoğu coğrafyasında 2010 yılı Eylül ayından itibâren “Arap Baharı” adı altında ABD destekli halk ayaklanmalarıyla iktidarlar devrildi.
İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert; “Suriye’yi iç savaşa soktuk. Çünkü Esad, bizimle olma teklifimizi reddetti. Bunun üzerine Suriye’deki tüm terör örgütleri Esad’a karşı kuruldu. Ama bazı ülkeler (komik bir şekilde) bunun bir özgürlük mücadelesi olduğuna inandılar!” sözleriyle Suriye iç savaşının çıkarılmasında kimlerin dahli olduğunu itirâf ediyordu.
Bu bağlamda AK Parti iktidarı Suriye’de Esad rejiminin devrilerek yerine Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesini sağlamak amacıyla ABD ile ortak hareket etti.
İç savaşın yaşandığı parçalanmış bir Suriye’nin, Türkiye’nin millî menfaatlerine zarar vereceğini göz ardı etti.
Bunun neticesinde milyonlarca Suriyeli sığınmacı ve mülteci Türkiye topraklarını istîlâ etmeye başladı.
Suriye iç savaşı öncesinde AK Parti iktidarının sınırlarımızı mayınlardan temizleyerek güvensiz hâle getirmesi, sayıları 13 milyonu bulan mülteci, sığınmacı ve kaçağın ülkemizi istîlâ etmesi BOP’un bir aşaması mıydı?
AK Parti’nin iktidara gelir gelmez Ottawa Sözleşmesi’ni imzalayarak taraf olması bu konudaki kuşkuları artırmaktadır.
Kısaca “Ottawa Sözleşmesi” olarak da bilinen “Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhâsı ile İlgili Sözleşme” 4 Aralık 1997 tarihinde Kanada’nın Ottawa kentinde imzaya açıldı ve 1 Mart 1999 tarihinde de yürürlüğe girdi.
Türkiye Sözleşme’ye 2003 yılında AK Parti iktidarı döneminde taraf oldu ve 12 Mart 2003’te büyük bir oy oranıyla TBMM tarafından kabul edildi.
Bu Sözleşme, Türkiye açısından 1 Mart 2004’te yürürlüğe girdi.
Ottawa Sözleşmesi’ne göre:
● Türkiye sınırlarındaki mayın sayısını, tiplerini ve yerlerini 180 gün içerisinde Birleşmiş Milletler’e bildirecekti.
Yapılan sayım ve dökümün ardından sınırlarımızda 921 bin 80 adet mayın olduğu Birleşmiş Milletler’e bildirildi.
-
- Türkiye, depolarındaki anti-personel mayınlarını 1 Mart 2008 tarihine kadar imhâ edecekti.
- Sınırları ve topraklarındaki mayınları 1 Mart 2014’e kadar tamamen temizleyecekti.
Aralarında ABD, Rusya, İsrail, Hindistan, Pakistan, Çin, Kuzey Kore ve Suriye olmak üzere 35 ülke Ottawa Sözleşmesi’ne taraf olmadı ve sözleşmeyi kabul etmeyerek, imzalamadı.
Hâl böyleyken Türkiye’nin bu sözleşmeyi imzalayarak kabul etmesi çok manidardır!
Sınırlarımızın kevgire dönmesi, milyonlarca mülteci, sığınmacı ve kaçağın topraklarımızı istîlâ etmesi, mayınların kaldırılarak yerine getirilen koruma tedbirlerinin yetersiz olduğunu açıkça ortaya çıkarmıştır.
Türkiye’deki Suriyeli kadınların doğurganlık hızı 5.36 seviyesinde iken, Türk kadınlarında bu oran 1.70 civarındadır.
2011 yılından 2023 yılı sonuna kadar Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısı 1 milyonu aşmış olup, bu durum ülkemiz için bir bekâ sorunudur!
Zîrâ yakın bir gelecekte Türkiye’nin demografik yapısı mülteci ve sığınmacılar lehine bozulacaktır.
Dillerine “bekâ sorunu”nu pelesenk etmiş iktidar mensuplarına ve siyasilere şunu hatırlatmak isterim ki, Türkiye için asıl “bekâ sorunu”; kevgire dönen sınırlarımız, sağanak halinde gelen mülteci, sığınmacı ve kaçak istîlâsıdır!
Bu durum ülkemizin sosyolojik ve demografik yapısını, güvenliğini, iç barışını, ekonomisini, iş gücünü ve gençlerimizin geleceğini tehdit etmektedir.
Bir Suriyelinin Türkiye’ye aylık maliyeti 300, yıllık maliyeti ise 3600 Amerikan dolarıdır.
Bu rakamlardan yola çıkarak yapılan tahmînî bir hesapla 2011 yılından 2023 sonuna kadar Türkiye, Suriyeliler için toplamda 150 milyar Amerikan dolarından fazla harcama yapmıştır. Bu para milletin vergileriyle oluşan bütçe kaynaklarından karşılanmıştır.
Bu rakama kayıt dışı çalışma ile devletin vergi kaybı, ucuz iş gücü nedeniyle Türk vatandaşlarının işsiz kalması, 4A kadrolu çalışan sayısında resmî rakamlara göre en az 600 bin civarında azalma, konut ve kira giderleri, kayıt dışı ve ruhsatsız iş yeri açma ile haksız rekâbet, sağlık, eğitim ve güvenlik personeli istihdâmının maliyeti gibi dolaylı maliyet ve kayıplar dâhil değildir.
Buradan AK Parti iktidarına çağrıda bulunmak istiyorum!
Tıpkı Sümer devletinde olduğu gibi göç istîlâsı sonucunda yok olmamak için: Lütfen hudutlarımızın güvenliğini sağlayınız! Mülteci, sığınmacı ve kaçakları ülkelerine göndermek için siyasî ve diplomatik kanalları harekete geçirerek emperyalizmin Türkiye üzerindeki oyununa derhâl son veriniz! Bu istîlâ Türkiye için en büyük bekâ sorunudur!
Geçmişi hatırlamayan ve ders çıkarmayanlar, aynı kaderi birçok kere daha yaşamak zorunda kalır!
YORUMLAR