Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Aykut Veli YILDIZ

İSRAİL, SİYONİZM HAYÂLİ PEŞİNDE!

Siyonizm, Yahudilerin Dünya hâkimiyeti ideolojisi olup, coğrafi olarak Nil’den Fırat’a kadar uzanan bir bölgeyi ele geçirmeyi; ayrıca siyasal, kültürel, ekonomik ve ticari olarak da tüm dünyaya egemen olmayı amaçlar. 

Dünya hâkimiyeti için bütün vasıtaları kendi lehinde kullanmayı mübah gören Siyonizm, bu emellerine matuf hangi yöntem tatbik edilecekse etmiş; zulüm, katliam ve fâcialara sebep olmuş birçok olayın baş sorumlusudur.

Tarihe ve günümüzdeki hâdiselere yakından bakıldığında hep Siyonizmin “sapkınlığı” görülür. 

Dünya üzerinde devlet kuramamış; ancak bütün devletleri emrine âmâde kılmış bir ideoloji varsa, o da Siyonizm’dir.

Siyonizm en geniş anlamı ile Arz-ı Mev’ûd (Vaadedilmiş Topraklar) yani Filistin dışındaki bütün Yahudileri yine Filistin’de toplamak ve sonra da Süleyman Mabedini Siyon Dağı üzerinde inşâ etme idealidir.

Bunun için dini hürriyetin gerçekleşmesiyle siyasi hürriyetin meydana gelmesi için “Politik Siyonizm”i hayata geçirmek icâp ediyordu. 

Bu ideolojiyi ilk defa dillendiren ve hayata geçirmek için ölünceye kadar bu uğurda mücadele eden kişi de Siyonizm’in babası sayılan Theodor Herzl’dir. 

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vatandaşı Yahudi bir gazeteci olan Theodor Herzl,1896 yılında yazdığı Der Jundenstaat (Yahudi Devleti) isimli kitapta Siyonizmin kuruluşunu anlatmıştır.

29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde Theodor Herzl başkanlığında toplanan I.Siyonist Kongresi’nde “Dünya Siyonist Teşkilâtı” kurulmuştur. 

1897’ye kadar Yahudilerin Filistin’de toplanması ve “Yahudi Devleti” kurulması bir fikir iken, bu kongrede hedef haline getirildi. â

Kurulan “Dünya Siyonist Teşkilâtı”nın başkanlığına Theodor Herzl seçildi. 

Kongrede hazırlanan “Siyonist programı” hayata geçirmek için gerekli altyapının oluşturulması ve finans desteği sağlamak amacıyla bir fon kurulmasına karar verildi. 

Kurulan fon hesabının Filistin’de toprak satın alınması ve bu topraklarda bir devletin kurulması için iskân ve alt yapının oluşturulmasına harcanması kararlaştırıldı.

Yine meşhur “Siyon Protokolleri”nin bu toplantıda görüşüldüğü ve analiz edildiği tahmin edilmektedir.

Siyon Protokolleri’nde sembolik bir yılandan bahsedilir. Yılanın başı; Yahudilerin planlarını tertip edenlerdir. Gövdesi ise diğer Yahudilerdir.
Protokollere göre; bu yılan Kudüs’ten hareket ederek dünyanın bütün şehirlerini ele geçirmek için dolaşır. Yılanın yeniden Kudüs’e dönmeden önce son işgâl ettiği yer İstanbul’dur.
Her ne kadar Yahudiler protokollerin gerçek olmadığını iddia etseler de bugün Ortadoğu ve dünyada yaşanan ve her geçen gün şiddetini artıran vahşet, katliam ve olaylar protokollerin birebir uygulandığını göstermektedir.

İsrail Devleti’nin kuruluşunda Theodor Herzl’in liderliğinde Politik Siyonizm’in başlaması ve Filistin’de Yahudi Devleti kurma fikri etrafında başta Avrupa’dan olmak üzere tüm dünyadan Filistin’e Yahudi göçleri başlamıştır. 

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra da İngiltere’nin Yahudileri desteklemesiyle birlikte Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulacağı dünya kamuoyu ile paylaşıldı.

İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı isyana teşvik ettikten sonra bölgede hem Arap Konfederasyonu hem de Yahudi Devletini desteklediği bilinse de 1917’de Filistin sorununun başlangıç noktası olarak kabul edilen etken “Balfour Deklarasyonu”nun ilân edilmesidir.  

2 Kasım 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından Siyonist hareketin liderlerinden Lord Rothschild’e yazılan mektupta İngiliz Hükûmeti’nin Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasına destek olacağı belirtildi. 

Arthur Balfour’un bu girişimi Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması fikrini uluslararası alanda meşrû hale getirmeye çalıştı ve Filistin’e Yahudi göçünü teşvik etti.

İngiltere’nin Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını destekleyen Balfour Deklarasyonu’nu yayımlaması Filistin’de tepki ve gerilimlere neden oldu.

1922 yılında 590.000 Arap’a karşı 84.000 kadar olan Filistin’deki Yahudi nüfusu, 1932’de 770.000 Arap’a karşılık 181.000’e yükseldi. 

1933-1935 yılları arasında Rusya ve Almanya başta olmak üzere Dünya’nın çeşitli ülkelerinden Filistin’e 134.540 Yahudi göç etti.

Yahudi göçünün yoğun şekilde devam etmesi üzerine Filistinliler 15 Nisan 1936’da İngiliz işgâl yönetimine karşı 3 yıl süren “Büyük Arap Ayaklanması”nı başlattılar.

25 Nisan 1936 tarihinde oluşturulan Filistin Yüksek Arap Komitesi, Yahudi göçlerinin ve Yahudilere toprak satışının durdurulması ve seçilmiş bir halk meclisine karşı sorumlu bir milli hükûmetin kurulması talepleri yerine getirilene kadar isyân kararı aldı.

1939-1945 yılları arasını kapsayan İkinci Dünya Savaşı yıllarında Adolf Hitler’in “Holokost” adı verilen Yahudi Soykırımı Siyonizm’in popülaritesini daha da artırdı.

1947 yılında Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde kurulan Filistin Özel Komisyonu Filistin’in Yahudi ve Araplar arasında ikiye bölünmesini, Filistin topraklarının yüzde 57,7’sinin Yahudilere, yüzde 42,3’ünün Araplara verilmesini, Kudüs’ün uluslararası denetim altında tarafsız kalmasını önerdi.

Birleşmiş Milletler 1947’de Filistin’in Yahudi ve Arap devletleri arasında bölünmesini öngören BM Taksim Planı’nı kabul etti.

Arap ülkeleri Birleşmiş Milletler’in “Taksim Planı”nı reddetti.

Bu “Taksim Planı” uyarınca İsrail Devleti’nin kuruluşu 14 Mayıs 1948’de resmen ilân edildi.

İsrail Devleti’nin “Bağımsızlık Bildirgesi” ilk başbakan David Ben-Gurion tarafından okundu.

İsrail Devleti’nin kuruluşundan bir gün sonra 15 Mayıs 1948’de İsrail ordusu Filistin topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirdi ve 800.000’den fazla Filistinli evlerinden ve topraklarından zorla sürüldü.

Filistinliler bu sürgün, zulüm ve soykırıma Nekbe (Büyük Felâket) Günü adını verdiler.

15 Mayıs 1948’de başlayan İsrail’in bu saldırgan ve işgâlci tutumu Arap-İsrail Savaşı’na yol açtı. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak İsrail’e karşı saldırıya geçti. İsrail kısa sürede Arap ordularını yenilgiye uğrattı.

Savaş 10 Mart 1949’da İsrail ve Arap ülkeleri arasında ayrı ayrı ateşkes anlaşmalarının imzalanmasıyla sona erdi.

İsrail, Filistin topraklarının yaklaşık yüzde 78’ini ele geçirdi. Filistinlilerin önemli bir bölümü mülteci durumuna düştü. 

Böylece Filistinliler, İsrail’in işgâli altında bulunan topraklarda yaşamaya devam etti. 

Bu dönemde Filistinliler İsrail’e karşı bir dizi direniş hareketi başlattı. 

Filistin’deki Yahudi nüfusu 1914’te 85.000, 1943’te 539.000, 1946’da 608.000, 1947’de 650.000 iken, 1949 yılında 758.000’e ulaştı.

İsrail, 1950 yılında Meçhul Mülk Kanunu (Absentee’s Property Law) çıkararak, Yahudilere

1948 yılından sonra yerlerinden edilen Filistinlilerin mülklerine el koyma hakkını tanıdı.

1967 yılında ise İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye arasında “Altı Gün Savaşı” yaşandı. 

5-10 Haziran 1967 tarihleri arasında gerçekleşen “Altı Gün Savaşı” İsrail’in kesin bir zaferiyle sonuçlandı. 

Sina Yarımadası, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs, Ürdün Vadisi ve Golan Tepeleri’ni ele geçirdi. 

İsrail savaşın ardından ele geçirdiği topraklarda Yahudi yerleşimleri kurmaya başladı. 

Bu durum Filistinlilerin topraklarından sürülmesi ve Filistin sorununun daha da karmaşık hale gelmesine yol açtı.

İsrail’in 1967’de “Altı Gün Savaşı”nda ele geçirdiği toprakları geri almak isteyen Mısır ve Suriye liderliğindeki Arap devletleri 1973 yılında yeni bir savaş başlattı. 

Yahudi dinî bayramı “Yom Kippur”un kutlandığı bir günde Mısır’ın, İsrail’e karşı sürpriz saldırıya geçmesi nedeniyle, “Yom Kippur Savaşı” olarak isimlendirilen Arap-İsrail Savaşı, 6-25 Ekim 1973 tarihleri arasında gerçekleşti. 

Savaş, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı geçerek İsrail topraklarına saldırmasıyla başladı. 

Suriye ise İsrail’in Golan Tepeleri’ne saldırdı. İsrail bu saldırılara karşı koydu ve kısa sürede Arap ordularını püskürttü. 

Ancak İsrail’in, Mısır ve Suriye’nin topraklarına girmesiyle savaş bir çıkmaza girdi. 

22 Ekim 1973’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin “ateşkes” kararı almasıyla sona eren savaşın ardından Arap ülkeleri İsrail’den topraklarını geri almayı başardı.

1970’li ve 1980’li yıllarda Filistinli gruplar İsrail’e karşı silahlı mücadeleye yöneldiler.

  1. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarında Filistin sorununun çözümü için çeşitli girişimler yapıldı. Ancak bu girişimler de bir sonuç vermedi.

13 Eylül 1993’te İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında yapılan Oslo Anlaşmaları, Filistin yönetiminin kurulmasını ve İsrail ile Filistin arasında barış sürecinin başlamasını sağladı.

Taraflar arasında diyalog ve işbirliği sürecinin başlatılmasını öngören anlaşma ile Filistin Ulusal Yönetimi (FUY)’nin kurulması, İsrail’in Gazze Şeridi ve Batı Şeria’nın bazı bölgelerinden çekilmesi, İsrail ve Filistin arasındaki ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi kararlaştırıldı. 

28 Eylül 1995’te ABD’nin başkenti Washington’da imzalanan “II. Oslo Anlaşması” ise    “I. Oslo Anlaşması”nın uygulanmasını detaylandırdı. 

Söz konusu anlaşma ile “Filistin Ulusal Yönetimi”nin yetki ve sorumluluklarının genişletilmesi, İsrail’in Gazze Şeridi ve Batı Şeria’dan daha fazla çekilmesi, İsrail ve Filistin arasında güvenlik işbirliğinin geliştirilmesi kararlaştırıldı.

2000 yılında 2. İntifada(Filistin ayaklanması)’nın başlamasıyla birlikte Filistin sorunu uluslararası gündemin en önemli konularından biri haline geldi.

1993 ve 1995 Oslo Anlaşmaları uyarınca Gazze ve Batı Şeria’nın bazı kısımlarında yetki ve sorumlulukları Filistin Yönetimi’ne devreden İsrail, 2005’te Gazze’den tamamen çekilerek kontrolü Filistin Yönetimi’ne devretti.

Ancak, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki İsrail işgâli hâlâ devam etmektedir.

Ayrıca İsrail, 2 milyondan fazla Filistinli’yi adeta açık hava hapishanesinde tuttuğu Gazze’ye yoğun bir abluka uyguluyor.

  1. yüzyıl boyunca İsrail-Arap çatışmaları, savaşları ve toprak anlaşmazlığı nedeniyle sürekli çalkantılı bir bölge olan Filistin’de insan hakları ihlâlleri, kan, gözyaşı, katliam ve soykırımlar günümüzde hâlâ devam etmektedir.

İsrail kurulduğu 1948 yılından bu yana 27 bin kilometrekare olan Filistin topraklarının yüzde 85’ine el koydu.

Yıllardır İsrail’in abluka ve saldırıları altında hayata tutunma mücadelesi veren Filistinliler günümüzde de İsrail’in insanlık dışı vahşet ve katliamlarına maruz kalmaktadır.

7 Ekim 2023’te paramiliter bir örgüt olan Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından “Aksa Tufanı Operasyonu” kapsamında İsrail’in güneyinde bulunan yerleşim alanlarına saldırarak 260 civarında savunmasız masum insanı katletmesi bir barbarlıktır ve asla kabul edilemez!

İsrail’in bu saldırıya Hamas ile Filistinli siviller arasında bir ayırım yapmadan karşılık vermesi, hastaneleri, okulları, camileri, sivil yerleşim merkezlerini bombalaması; bebek, çocuk, kadın, yaşlı ayırımı yapmadan binlerce masum insanı vahşice katletmesi bir soykırımdır, savaş ve insanlık suçudur! 

Kendilerini insan hakları ve demokrasi havarisi addeden Avrupa ve Batı ülkeleri, Filistin ve Gazze’de yaşanan vahşet ve insanlık dramına, bu soykırıma adeta gözlerini kapatıp, kulaklarını tıkamış; hukuk, adalet ve vicdân mekanizmalarını devreye sokmamışlardır.

Bosna-Hersek’in bilge lideri Aliya İzzetbegoviç Batı’nın bu ikiyüzlülüğünü aşağıdaki sözleriyle ne güzel ifâde etmiş:

Bunu hiç unutma evlât!
Batı (ABD ve Avrupa) hiçbir zaman uygar olmamıştır.
Bugünkü refâhını; devam edegelen sömürgeciliğine, döktüğü kana, akıttığı gözyaşına ve çektirdiği acılara borçludur.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir