Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Aykut Veli YILDIZ

İSLÂM TOPLUMLARININ MAKÛS TALİHİ 

Müslüman toplumlar “Siyasal İslâm” yoluyla planlı ve sistematik bir şekilde topyekün cehâlete, sefâlete, sömürüye, savaş ve felâketlere sürüklenmiştir. 

Bu yeni siyasal İslâmcılığın amacı, Dünya Müslümanlarını sayısız cemâat ve tarîkatlara bölüp, onları cemâat ve tarîkat önderleri aracılığıyla İngiliz emperyalizminin, ABD’nin ve Sionizmin (Dünya Yahudiliğinin) hizmetine sunmak, siyasî saflarına katmak, onların emperyal politikalarını destekletmektir.
Ayrıca İslâmiyetin ahlâkî öğretilerini ve vecîbelerini kapitalizmin piyasa ekonomisinin aç gözlülüğü içerisinde eriterek; vahşi zenginliğe, gösterişe, saltanata, lüks ve şatafata sevdâlandırmaktır.
Günümüzde İslâm dünyasının yaşadığı sorunlar, felâketler, acılar, emperyal istilâcıların kontrolündeki siyasal İslâmcı siyaset, cemâat ve tarîkat önderleri aracılığıyla Atatürk’ün hedef gösterdiği bilim, teknik, bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve çağdaş uygarlık yolundan uzaklaşmalarından kaynaklanıyor.

İslâm toplumları bu zihniyetini değiştirmez, İslâmın dünyevî öğretilerini, hak, hukuk ve adâleti, bilim ve tekniği bir tarafa bırakıp cehâlet ve bağnazlık içinde yaşamaya devam ederse bu devrân böyle sürüp gider!

Emperyal devletler seni kullanmaya, sömürmeye ve yönetmeye devam eder!

Bu gerçekler anlaşılıncaya ve idrâk edilinceye kadar Müslüman toplumların yaşadığı sosyolojik depremler, sefâlet, felâket ve acılar artarak devam edecektir.

Milli şairimiz Mehmet Akif, 7 Şubat 1913’te İstanbul Fatih Camii kürsüsünden yaptığı aşağıdaki konuşmayla felâket ve çöküşe sürüklenen fakat bunun farkında olmayan Müslüman toplumların durumunu dile getirmiştir:
Biz Müslümanlar (Ben öyle görüyorum), Allah ile pek lâubaliyiz!
Zannediyoruz ki, Cenâb-ı Hakk oturduğumuz yerden isteyivermekle hâtırımız için ilâhî kanunlarını değiştiriverir.
Zavallı bizler!
Çalışmadan, emek harcamadan, “amacına erişme hakkını” böyle bir ümidi kim veriyor sana?
Müslümanlık gâliba!
Öyle ya, Müslümanlar Allah’ın sevgili kullarıdır!
Hani Müslümanlık bir uhuvvet (kardeşlik) husûle getirecekti?
Hani nerede?
Bugün Müslümanlar kadar müteferrik (dağınık), bugün Müslümanlar kadar müteşeddit (katılaşmış) bir başka toplum var mı?
Her coğrafyada Müslümanlık cehâlet, Müslümanlar ise sefâlet içinde mahvolup gidiyor.
Hani, Müslümanlık bize dünya için hayât-ı tayyibe (temiz ve yüksek bir hayat düzeyi) va’d ediyordu?
Niye vermedi?
İşte, hep hep bizim cehâletimiz yüzünden!
Müslümanların hepsi câhil; Arab’ı câhil, Türk’ü câhil, Kürt’ü câhil, Arnavut’u câhil, hepsi câhil!
Hepimiz iğvâata (kışkırtmaya) kapılıyoruz.
Hani, Mü’minler kardeş idi?
O halde nedir Müslümanların bu hâlî?
350 milyon mu? 400 milyon mu? Cihânda bu kadar Müslüman var; hepsi hirmân (nasipsizlik, mahrumiyet, yoksulluk) içinde yaşıyorlar.
Neden*?
Biz diyoruz ki; “Müslümanız, o halde Allah bize tevfîk (üstünlük, başarı) vermelidir”!
Demek ki sen, Müslümanlığınla Allah’ı minnet altında bırakmak istiyorsun!
Ne kadar cüret!
Ne kadar hamâkat (ahmaklık)!
Doğrusu dünya dünya olalı gafletin, cehâletin, körlüğün, sağırlığın bu mertebesi ne görülmüş ne işitilmiştir.
Ah! Biz alık Müslümanlar!
Nasıl olmuş da bu kadar azîm (büyük) bir kitle, umumu (tümü) birden kötürümler gibi histen, hareketten mahrum kalmış?
Kanâati, tevekkülü, sabrı, hepsini hepsini yanlış anladık.
Bize göre “sabır”, suret-i mutlaka da “katlanmak” demektir.
Neye katlanmak?
Her şeye! Daha doğrusu katlanılmayacak şeylere. 

Meselâ, zelîl (düşkün, zavallı) olmaya, hakâret görmeye, dövülmeye, sövülmeye; özetle insanlık onurumuzu zedeleyecek musîbetlerin hepsine!

Aman Yarabbi! Kur’an ne söylüyor, biz ne anlıyoruz.

“Sabır” katlanmak değil, göğüs germektir.
Neye göğüs germek?

Sonunda katlanılmayacak acılara katlanmak ıstırabına mahkûm olmamak için, önceden her türlü şedâide (zorbalıklara), her türlü mezâhime (sıkıntılara), mertçesine, insancasına göğüs germek!
Hele de “tevekkül” (Allah’a bırakıp, kadere razı olma)!
“Tevekkül”, hiç bizim anladığımız mahiyette mi?

Kur’an’ın gösterdiği, Hadis’in gösterdiği “tevekkül”, bütün esbâba sarıldıktan (tüm yolları denedikten) sonra olan “tevekkül”dür.
Biz cehâletimiz yüzünden, dinimizi bu hâle getirdik. Dinimiz de bizi bu hâle getirdi.
İslâm dini, bir miskinlik (uyuşukluk) dini oldu!

YORUMLAR

Bir adet yorum var

  1. Çok güzel bir konuya değinmişsiniz teşekkürler 👏 yazılarınız çok güzel, zevkle okuyorum sağolun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir