Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Aykut Veli YILDIZ

BORALTAN KÖPRÜSÜ VAHŞETİ!

Türklüğün felâket yılı olarak addettiğimiz 1944 yılında Türkiye’de, Türklerin öz vatanında, Türk milliyetçileri tabutluklarda işkencelere maruz kalıp çile çekerken, Türkiye dışındaki Türkler de zalim ve emperyal Rus ve Çin yönetimleri tarafından ya sürgün ediliyor ya zindana atılıyor ya da vahşice katliama uğruyordu.
Türk dünyasının zihnindeki derin yaralardan birisi de “Boraltan Köprüsü” vahşetidir!
Türklüğün en büyük ve en zalim düşmanlarından olan Sovyet Ruslar, ezelî ve ebedî Türk yurdu olan Türkistan’a kan kusturmaktaydı.
Türklüğe vurulan bu zulüm, işkence ve vahşetlerden Azerbaycan Türkleri de zarar görmüş ve nasibini almıştır.
1944 yılında Azerbaycan’daki Sovyet Rusların zulmünden kaçan 195 civarındaki Azerbaycan Türk’ü subay İran üzerinden Iğdır’daki sınır kapısına yakın olan Aras Nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü’nü geçerek Türk sınır karakoluna sığındı.

Türkiye’ye sığınan askerler ve subaylar Yozgat’taki mülteci kampına yerleştirilir.
Azerbaycan Türklerinin Türkiye’ye sığındığını öğrenen Sovyetler Birliği’nin sadist ruhlu kâtil ve cani diktatörü Stalin, Türkiye hükümetinden sığınmacıların derhâl iâde edilmesini istedi.
Azerbaycan Türk’ü soydaşlarımız kendilerinin de vatanı bildikleri Türkiye’ye sığınarak kurtulduklarını düşünüyorlardı. Sovyet Rusya’ya teslim edileceklerini akıllarından bile geçirmiyorlardı.

İsmet İnönü’nün “Millî Şef”, Şükrü Saracoğlu’nun Başbakan olduğu Türkiye, uluslar arası savaş hukukuna aykırı bir şekilde ilk partide 195 kişinin Sovyetler Birliği’ne iâde edilmesine karar verdi.

Soydaş Azerbaycan Türkleri bile bile ölüme gönderiliyorlardı. 

Bu yüzden kaçma ihtimâllerine karşı dört tarafı kapalı, pencereleri telle ya da demir bariyerle kapatılmış vagonlarla 6 Ağustos 1945’te sabahın erken saatlerinde Yozgat-Yerköy tren istasyonundan hareket eden Azerbaycan Türk’ü sığınmacıların bulunduğu tren önce Erzurum’a, Erzurum’dan Kars’a, oradan da Kalkankale’ye yani Tıhmıs sınır kapısından Sovyetler Birliği yetkililerine teslim edildiler.

Azerbaycanlı sığınmacılar teslim edilmeden önce sınır karakolunda görev yapan Türk askerlerinin boynuna sarılıp, yalvarıp, yakarırlar: “Ne olur bizi Sovyet Ruslara teslim etmeyin! Bizi burada siz kurşuna dizin, kendi toprağımızda, kendi öz gardaşımızın, kendi bayrağımızın altında bizi öldürün!” derler.

Bütün yakarışlara rağmen Azerbaycan Türk’ü sığınmacılar Ruslara teslim edilmiş ve cani ruhlu Sovyet Ruslar Azerbaycan Türklerini köprüyü geçer geçmez oracıkta derhâl kurşuna dizmiştir.
Boraltan Köprüsü vahşeti esnasında sınır karakolunda askerlik görevini yapan Gaziantepli Bekir Doğan orada yaşananları şöyle anlatıyor:

“Biz bunları köprüden teker teker isimleri okunarak teslim ettik. Sürüye sürüye köprüden geçirildiler. Allah kimseye öyle bir manzarayı görmeyi nasip etmesin. Zaten elimizden alıp götürdüler. Karşıya geçince ‘hoş geldiniz’ demiyorlar. Ellerinde ne varsa süngü mü tüfek mi, vurduğu zaman ‘Allah’ diye bağırıyorlardı! Keşke gitmeseydim, görmeseydim, bilmeseydim. Alnımız yerde, gözümüzde yaş, onların üzerimizdeki manevî etkiler bizi küçülttükçe küçülttü. ‘Keşke biz de gidip ölseydik’ dedik. Rusların ellerine geçtikten sonra biz uzaktan bakıyoruz, öyle bir muamele ki hayvana yapılmayacak bir muamele. Haksız, insâfsız, vicdânsız bir muamele… Hepsini sıraya dizdiler makineli tüfekle taradılar. Mısır sapı gibi hepsi yere yığıldı.”
Boraltan Köprüsü Olayı olarak bilinen konuyu mecliste ilk kez gündeme getiren kişi Demokrat Parti (DP) Tekirdağ milletvekili Şevket Mocan’dı.
Şevket Mocan 18 Temmuz 1951 tarihinde Meclise şöyle bir önerge sunmuştu:
“TBMM Başkanlığı Yüksek Katına.
Aşağıdaki suallerimin sözlü olarak Başbakan tarafından cevaplandırılmasını rica ederim:
1.) Muhtelif tarihlerde memleketimizde siyasi mültecilik haklarına dayanarak ilticâ etmiş (156) mültecinin 1947 senesinde milletlerarası hukuk kâidelerine tamamen aykırı olarak Sovyet Rusya’ya teslim edildikleri doğru mudur?
2.) Fâcia kurbanlarının sevk şekli de kurban gönderilen mabudun usullerine uygun olmasından ve akıbetlerini görmesinden, teslim işinde vazifeli Yedek Subay Posta Müfettişi Reşat’ın asabî rahatsızlığa uğradığı ve sinir hastanelerinde elyevm tedavi olduğu doğru mudur?”
Şevket Mocan’ın sorularına cevap veren kişi de dönemin Adalet Bakanı olan Rükneddin Nasuhioğlu idi. Nasuhioğlu, bu vakanın maalesef doğru olduğunu da verdiği şu cevapla belirtmişti:
“Ankara’daki Sovyet Sefâreti ile mütekâbiliyet esâsını tesbît eden bir nota teâtîsi sûretiyle (237) Sovyet askerî mültecisinden 195’i ilk parti olarak 6 Ağustos 1945’te Tıhmıs kapısından Sovyetler Birliği’ne iâde edilmiştir.
Bu olayda kaç Azerbaycan Türk’ünün katledildiği maalesef tam olarak bilinmiyor. 

Birbirinden farklı rakamlar ve söylemler mevcuttur. Fakat acı gerçek ortadadır. Soydaşlarımız düşmana teslim edilmiştir.
Bu katliamdan dolayı derin bir üzüntüye kapılan Azerbaycan Türk’ü şair Almas Yıldırım “Dönek Gardaş” adlı şiirini kaleme almıştır.

“1944 yılında Azerbaycan’dan Anavatan Türkiye’ye sığınıp, sonra Türkiye Hükûmeti tarafından zalim Sovyet Ruslara teslim edilen ve hudutta makineli tüfeklerle kurşunlanarak öldürülen 195 Azerbaycan Türk’ü kardeşimin aziz ruhuna.”

DÖNEK GARDAŞ!
Türk denince özü, sözü mert olur!
Dost deyince ayrılmaz bir fert olur!
Gardaş deyip dara düşsem, sığınsam,
Şimden geru bu bana bir dert olur!
Ben ne diyem bu vefasız dağlara,
Öz gardaşı dönek olan ağlara!
*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *
Türk; o Altayların dünkü eri mi?
Yolunda can koydum, verdim serimi!
Düştüğü ağlardan kurtulsun diye,
Serdim ayağına doğma yerimi!
Gardaş armağanı, dökülen kanlar,
Bana mükâfat mı giden kurbanlar?
*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *
Ben diyorum, Kayıhan’dır soyumuz!
Bir kaynaktan varlığımız, boyumuz!
Dilim dili, yolum yolu, emel bir,
Bir bayrakta, yıldız’ımız, ay’ımız!
Azerî, Türk, Türkmen; var mı ayrılık?
Nerden doğdu bu imansız gayrılık?
*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *
Alnımın yazısı, karadır kara,
Karadan bir mendil yolladım yara!
Yol uzun, el uzak, yetişmez eller,
Türklüğün kanayan kalbini sara!
Felek kıymış beslenen bu dileğe,
Lânet Türk’ü hançerleyen bileğe!
*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *
Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz gardaştan gördüğüm!
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan!
*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *
Kaçtır, eli kanlı çıktı oyundan,
Ne bilem, kahpelik varmış soyunda!
Girdiğim öz yurttan döndürülürken,
Kanımın aktığı sınır boyunda!
Açan lâlelerden bir çelenk örsem,
Türklük dünyasına armağan versem!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir