Mankurt; Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen ve maruz kaldığı acıyla millî kimlikten uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan bilinçsiz köle demektir.
Mankurtlaştırma, Orta Asya toplumları arasında çok yaygın bir işkence ve zihin kontrol yöntemiydi.
Mankurt, “sosyal kimlik değiştirme ve öz değerlerine yabancılaşma” temalarını işleyen, öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş olan zavallı bir insan tipidir.
Dünya tarihine ve edebiyatına yön veren çok zengin sözlü ve yazılı kültür değerlerine sahip olan Türkler; göçler, savaşlar ve ticari ilişkiler neticesinde birçok kavimle etkileşim hâlinde olmuşlardır.
Bu etkileşim sonucunda henüz yazının bulunmadığı devirlerde zengin bir sözlü kültür halkın dilinde boydan boya, nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir.
Mankurtluk hakkında ilk bilgilere Kırgız Türklerinin Manas Destanı’nda rastlanıyor.
Mankurt kavramını edebiyat literatürüne sokan kişi ise sadece Kırgız edebiyatının değil, tüm dünyanın en büyük yazarlarından biri olarak kabul gören Cengiz Aytmatov’dur.
Cengiz Aytmatov, “Gün Olur Asra Bedel” ya da diğer adıyla “Gün Uzar Yüzyıl Olur” romanında bir hikâye anlatır:
“Sarı Özbek’i işgal eden düşmanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usûlleri varmış.
Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış.
Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze tutsağın kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.
Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir “mankurt”, yani geçmişini bilmeyen şuursuz bir köle olurmuş.
Bundan sonra deri geçirilen tutsağın boynuna başını yere sürtmesin diye bir kütük ya da tahta bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı aç ve susuz halde güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış.
Sarı-Özek’in kızgın güneşine “mankurt”
olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak bir ya da ikisi sağ kalırmış.
Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş.
Bu dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür, ya da aklını hafızasını yitirirmiş.
Bir “mankurt” kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmezmiş.
İnsan olduğunun bile farkında olmazmış!”
Söz konusu romanda annesi Nayman Ana’yı tanımayıp, onu öldüren “mankurt” oğul Colaman işte bu yitip kaybolan değerlerin en önemli temsilcisidir.
Deneyimsel belleğin tahrip edildiği sosyal ortamlarda insan ontolojik güvenlik referanslarını yitirdiğinden kendini yalıtımsız, huzursuz bir biçimde duyumsar ve ideolojiler için istismara açık bir alan oluşturur.
Baskıcı, totaliter ve şiddete dayanan yönetimler bu yalıtık ve güvensiz kişilere kendi dogmalarını kısa bir zamanda enjekte ederek kendine biat eden “mankurt” havâriler kazanmış olur.
Eskiden aslını unutmuş, irâdesini teslim etmiş ve robotlaştırılmış insanlara “mankurt” denirdi.
Bugün de aynı şekilde duygusuzlaştırılmış, kökünden ve öz değerlerinden koparılmış, neyi, niçin yaptığını bilmeyen ve kendisine verilen tâlimatları hiç düşünmeden, sorgulamadan, akıl ve zihin süzgecinden geçirmeden uygulayan insanlar da bir çeşit “mankurt”tur.
“Mankurtlaşma” sürecinde kurdun köpekleştirilmek istenmesiyle, insanın milli değerlerinden uzaklaştırılarak aklını, fikrini, irâdesini ve vicdânını başkalarına teslim etmesi aynı sistemin ürünüdür.
Köpek esâretin, kurt ise özgürlüğün sembolüdür.
Mankurtlaştırma; küresel emperyal güçlerin içerideki egemen sınıf ve güçlerle işbirliği yaparak, ülkenin eğitim ve kültür politikalarını milletin aleyhine değiştirerek, millî kimliğinden uzaklaştırma, kendi toplumuna ve kültürüne yabancılaştırma, bilinçsizleştirme ve sömürüye açık hale getirme, toplumun zihnini yeniden kurgulayıp sömürgecilerin zihinsel kölesi durumuna getirmek için milleti kendi değerlerine düşman etmeyi anlatan sosyo-kültürel bir kavramdır.
Mankurtlaştırma, düşmanı savaşmadan yenmenin bir yol ve yöntemidir.
Zihni yeniden kurgulanarak mankurtlaştırılan kişi düşmanını “efendi” kabul ederek kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan robotlaştırılmış bir köledir.
Günümüzde Türk toplumu sistematik bir şekilde siyasî, ideolojik ve kültürel olarak mankurtlaştırılıyor.
Millî kimliği ve kişiliği, dili ve kültürü yozlaştırılıyor, dejenere ediliyor.
Geçmişimiz, kim olduğumuz, kültürel değerlerimiz bize unutturuluyor.
Azar azar, alıştıra alıştıra, yozlaşmayı zamana yayıp mankurtlaştırılıyoruz!
Uygarlıkların beşiği olmuş, şanlı bir tarihî geçmişe, köklü bir medeniyete sahip bu ülkenin insanları mankurtlaştırılıyor!
Topluma “geçmişini unut, kim olduğunu unut, geleceği düşünme, ânı yaşa” düşüncesi empoze edilerek ve genel geçer hayat tarzı yapılarak mankurtlaştırılıyoruz!
Başta artık çoğu bizim olmaktan çıkmış kitle iletişim araçları ve sosyal medya platformları olmak üzere her türlü araç bu amaçla kullanılıyor.
Bir daha kendimizi toparlayamayacak biçimde zihnimiz, millî hafızamız ve kültürel kodlarımız silinip yeniden inşâ ediliyor! Böylece millî reflekslerimiz ve direncimiz kırılıyor.
Ey Türk milleti!
Emperyalizmin sinsi oyunlarına, küresel sermayenin ve kapitalizmin cilâlı, aldatıcı, sömürücü, yozlaştırıcı dünyevî refahına kanarak mankurtlaşma!
Yeter artık uyuştuğun!
Ruhundaki kurt dirile!
YORUMLAR